Londra merkezli yazılım programı Clario, hangi şirketinin sizi daha iyi tanıdığını araştırdı. Clario araştırmasını, araştırmaya konu şirketlerin sunduğu hizmetlerde kullanıcılarından istedikleri ya da paylaşmasını beklediği verileri dikkate alarak yapmış. Araştırma sonucuna göre Facebook (%70,59), Instagram (%58,82), Tinder (%55,88), Grindr (%52,84) ve Uber (%52,94) sizi en iyi tanıyan beş firma. Pek çoğunuz bu uygulamalardan birini şimdiye dek en az bir kere kullandı ya da kullanmaya devam ediyor. Geçtiğimiz haftalarda, özellikle sosyal medya platformlarında saatlerimizi harcayarak dijital dünyada veri yığınları oluşturduğumuzdan bahsetmiştim. Clario’nun yaptığı araştırma gösteriyor ki, farkında olmadan oluşturduğumuz bu veri yığınları sayesinde teknoloji şirketleri bizi oldukça yakından tanıyor. “Bunu nasıl yapıyorlar”, “hangi verilerimizi istiyorlar” ve “hangi noktada bu durum özel hayatımıza ve mahremiyetimize risk teşkil ediyor” bu yazıda bu sorular üzerinde duracağım.
Birçok şirket bizi daha iyi tanımak için elinden geleni yapıyor. En basitinden siteye girer girmez karşılaştığımız çerez bildirimi ya da anketler bizi tanımalarına olanak sağlayan yöntemlerden sadece ikisi. Şirketlerin hakkımızda topladıkları veriler farklılık göstermekle birlikte genel olarak reklam faaliyetleri yürütmek ya da ürün ve hizmetlerini geliştirmek için hakkımızda veri topladıklarını söyleyebiliriz. Aşığadaki tabloda görüleceği üzere, ziyaret ettiğimiz çoğu dijital platform bizden oldukça geniş bir skalada veri topluyor. Bu verilerden bazılarını bizden talep etmeleri mantıklıyken bazılarının talep edilmesini ölçüsüz buluyorum.

Şirketlerin bizden talep ettiği verileri birkaç örnek üzerinden inceleyelim.
Facebook %70,59’luk bir oranla bizden en fazla veri talep eden, dolayısıyla bizi en iyi tanıyan şirket. Yukarıda yer alan 32 farklı veriden 8’i dışında hepsini toplayan Facebook için bu başarı hiç de şaşırtıcı durmuyor. Nitekim benzer bir araştırmada Facebook’un, kullanıcılarının 300. beğenisiyle beraber onları partnerlerinden bile daha iyi tanıdığını belirtiyor. Peki Facebook size sunduğu imkanlar sayesinde sizi bu kadar iyi tanıyabileceğini fark etmiş miydiniz? Ne yazık ki bu soruya birçok kişinin olumsuz yanıt verdiğini düşünüyorum. Bunun nedeni, kullanıcıların ürün ve/veya hizmeti kullanmaya odaklanıp hangi verilerini ne amaçla paylaştığını umursamaması. En basitinden arkadaşlarınızın doğum gününüzü kutlaması için doğum tarihinizi; kişilerin sizi daha kolay bulmasını sağlamak için adınızı, soyadınızı, yaşadığınız şehri ve aldığınız eğitimi Facebook ile paylaşıyorsunuz. Facebook’un bu verileri toplamasındaki amaçlardan biri gelirinin önemli bir kısmını oluşturan reklam faaliyetleri. Facebook sizin tanıyabileceğiniz isimleri karşınıza çıkardığı gibi sizin ilgileneceğinizi düşündüğü ürün ve hizmetleri de karşınıza çıkarıyor. Bu da Facebook’a ciddi bir gelir –2018 raporlarına göre tam olarak 16,6 milyar dolar – sağlıyor. Ancak belirtmek isterim ki, karşınıza çıkan reklamlar sadece ticari amaçlarla gösterilmiyor olabilir. Veri analiz şirketi Cambridge Analytica, Facebook kullanıcılarının (50 milyon kullanıcı) hareketlerini analiz ederek onları fişleyen bir algoritma kullanıyor. Cambridge Analytica’nın iddiasına göre ellerindeki bu büyük veri sayesinde Donald Trump 2016’daki ABD başkanlık seçiminlerini kazanıyor. Bu iddiayı ispatlamak seçimde birçok parametre olması dolayısıyla imkansız olsa da doğru olması ihtimalinde yaptığımız seçimlerde özgür olmadığımız gerçeği ile yüzleşiyoruz. Cambridge Analytica skandalından sonra pek çok davayla yüzleşen Facebook bu konu hakkında “İnsanlar bilgilerini bilerek paylaştılar, herhangi bir sisteme girilmedi, şifreler ve hassas bilgiler çalınmadı veya hacklenmedi” açıklamasında bulundu. Kullanıcılarını çok yakından tanıyacak kadar veri toplayan bir şirketin konuya bu yöndeki yaklaşımının insan hakları perspektifinden oldukça uzak olduğunu görüyoruz.
%58,82’lik oranla Instagram bizim hakkımızda en çok veri toplayan ikinci şirket. 2010 yılında kurulan Instagram’ı 2012 yılında Facebook 1 milyar dolar karşılığı satın aldı. Facebook’un Instagram’ı satın almak için bu kadar çok para ödemesindeki neden Instagram’ın da en az Facebook kadar veriyi elinde barındırması. Yukarıdaki tabloya baktığımızda Instagram’ın 32 veriden 20 sini işlediğini görüyoruz. Bunlar arasında Facebook’un topladığı verilere benzer şekilde yaşınız, işverenleriniz, meslek unvanınız ve hatta boyunuz kilonuz dahi mevcut. Aslında fotoğraf ve videolarınızı paylaşmak için kullandığınız bir uygulamanın boy ve kilonuzu öğrenmek istemesi oldukça ilginç. Instagram da tıpkı Facebook gibi bu verilerin çoğunu reklam faaliyetlerini sürdürmek amacıyla kullanıyor.
Flört uygulaması Tinder kullanıcılarının karşısınsa en iyi adayları çıkarmak için verilerinin % 55,88’ini topluyor. Bu veriler arasında yaş, cinsel yönelim, boy, ilgi alanları ve evcil hayvana sahip olup olmama gibi bilgiler yer alıyor. Bunların yanı sıra banka hesap bilgilerine de erişerek kullanıcılarının premium üye olmasını kolaylaştırıyor. Ayrıca Tinder kullanılar arasındaki iletişimin saat ve tarihi ve gönderip aldıkları mesaj sayısı gibi bilgileri de işliyor. Geçmişte insanların açıklamaktan çekindiği cinsel yönelim gibi bazı bilgilerini Tinder gibi platformların benzer özelliklere sahip kişileri bir araya getirerek ve onları açıklama yapma konusunda cesaretlendirmesi ile artık rahatlıkla paylaştığını görüyoruz.
Amazon’a baktığımızda üyelerinden %23,53 oranında veri topladığını görüyoruz. Aslına bakarsanız bu araştırmayı görmeden önce, Amazon için daha yüksek bir oran söylerdim. Bunun başlıca nedeni ise Kişisel Verileri Koruma Kurulu tarafından Amazon hakkında verilen 2020/173 sayılı kararda yer alan gerekçeler. Kararda da belirtildiği üzere, Amazon sadece kullanıcıları hakkında değil kullanıcılarının arkadaşları hakkında da e-posta adresi gibi birtakım kişisel veriler topluyor. Kullanıcılarının arkadaşları hakkında bilgi toplayacak kadar onları tanıyan Amazon’un farklı veri parametreleri kullanılarak benzer bir araştırma yapılsa %23’ten daha yüksek bir orana sahip olabileceğini düşünüyorum.

Bu tablodaki her bir şirketin ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiğini düşünmekle beraber sizinle son olarak NHS COVID-19 uygulaması hakkındaki görüşlerimi paylaşmak isterim. Pandemi süreci ile beraber hayatımıza giren konum takip uygulamalarının ilerleyen günlerde karşımıza ne çıkaracağı belirsiz. Bu uygulamalar ne kadar süre ile kullanılmaya devam edecek, gerçekten virüsün yayılmasını engeleyen etkileri var mı ya da gerçekten sadece kamu sağlığını korumak amacıyla mı kullanılıyor, bu uygulamaların kullanıldığı süre zarfınca toplanan veriler daha sonra imha mı edilecek yoksa kullanılmaya devam mı edilecek? Bu gibi pek çok sorunun cevabını henüz kesin olarak bilmiyoruz. Bu konuyu araştıran Uluslararası Af Örgütü, COVID-19 uygulamalarının kimi ülkelerde insan haklarını koruyu bir şekilde tasarlanmış ve uygulamaya konulmuş olduğunu kimi ülkelerde ise bu uygulamalarda gereğinden fazla, yani ölçülülük ilkesine aykırı olacak şekilde, veri toplandığını belirtiyor. Ancak Clario araştırması gösteriyor ki, bu uygulamalar da artık bizi en iyi tanıyan uygulamalar arasında. Bunun en önemli nedeni şüphesiz hakkımızdaki sağlık verilerilerine -özel nitelikli veriler- erişebiliyor olmaları.
Yazının sonuna doğru gelirken kendimize sormamız gereken asıl sorunun “Şirketlerin bizi tanımasına ne oranda izin vermeliyiz? ” olduğu kanaatindeyim. Dijital platformlar insanlar arasındaki iletişimi artırıp ürün ve hizmetlere ulaşımı kolaylaştırdığı gibi verilerimizi paylaşmamızı sağlayarak şirketlerin bizi tanımasını da kolaylaştırdı. Artık dünyanın en ücra köşesinde yaşayan kişiden tutun da çok ünlü birine kadar herkesle iletişime geçmek mümkün hale geldi. Çevrimiçi alışveriş sayesinde bizim için en iyi ürünü hiç yorulmadan sipariş eder hale geldik. Dahası kişiler adını, soyadını, fotoğraflarını, okudukları okulu, bulunduğu mekanları ve yaşadıkları şehri başkalarının onu tanıması için paylaşmaya başladı. Yani internetin hayatımıza girmesiyle beraber kişiler hakkında bilgi toplamak kolaylaşmış hatta kişiler verilerini bizzat teslim eder hale gelmiştir. Elbette yaşadığımız çağda teknolojiden, dijitalleşmeden kaçmamız imkansız ve gereksizdir. Bu doğrultuda birtakım verilerimizi şirketlerle paylaşmamız oldukça normal. Yaşanan gelişmeler ışığında özel hayatın gizliliği kavramının gözden geçirilmesi gerekirken, dikkat edilmesi gereken bir diğer konu da kişisel verilerin korunmasıdır. Bu konuya genel ilkeler çerçevesinde bir hatırlatma yapabiliriz. Kişilerin verilerini toplayarak haklarında oldukça fazla bilgi edinen şirketlerin bu verileri belirli, açık ve meşru amaçlar çerçevesinde işlemesi gerekir. Ayrıca, bu verileri işledikleri amaçla bağlantılı, sınırlı ve ölçülü olarak işleyerek yalnızca gerekli olan süre kadar saklamalıdırlar. Ancak yukarıda yer verdiğim Cambridge Analytica skandalı gösteriyor ki, bu ilkelere ve veri koruma yasalarına uygun hareket edilmiş olsa da (!) birtakım ihlallere maruz kalmamız mümkün.
Clario’nun yaptığı araştırma raporuna buradan ulaşabilirsiniz.